BU AĞRI GEÇER Mİ?
Yorucu günün ardından hasta dosyalarını kontrol ettiğim bu akşam vakitlerinde tüm yorgunluğumu, hastalardaki olumlu gelişmeler, alıp götürüyordu. İlk elime aldığım dosya, atmış beş yaşlarında, mahallesinde küçük bir bakkal dükkanı olan Cafer Amca’nındı, ilk geldiği günlerde dizlerindeki şiddetli ağrılar, her gelişinden sonra biraz daha geriledi ve ufak tefek, hafif tombulca Cafer Amca’nın yüzü gülmeye başladı. Boyuna göre aşırı kilosu ile zamanının çoğunluğunu ayakta geçiren Cafer Amca, diz kapaklarında başlayan ağrıyı önceleri önemsememiş, daha sonra dayanılmaz hale gelince de bize başvurmuştu, tedavilerle birlikte uygulanan diyet ile biraz da kilo vermesi sağlanınca, dizlerindeki ağrılar katlanılır duruma geldi bu günlerde. İşte buda Fatma Nine’mizin dosyası. Onun ağrıları belinde. Zamanında çok ağır yük taşımış. Karadeniz kadını ne de olsa.Dağlardan sırtına yüklediği odunları, köye kadar taşımış yıllarca, bu arada beşte çocuk büyütmüş, torun sayısını kendide bilmiyor. Çekilen direk grafilerin de bile bel omurlarındaki düzleşme, çökme görülebiliyor. Onun işi biraz daha zor ama, kendisi bize geldiğinden beri daha mutlu. Bizi sevdi sanırım. Gerçekten hastanın hekime güvenmesi iyileşmesinde inanılmaz önemlidir, bu dosyaları inceledikçe bunu yeniden anlıyorum.
Mustafa Bey, emekli albay, oturaklı bir İstanbul beyefendisi. Sorun sol omzunda. Çok önemli değil ama kendisi için çok önemli bir durum bu. Askeri disiplinden olsa gerek, bir hasar varsa hemen giderilmeli düşüncesinde. Bizim için kolay bir vaka gibi görünse de aslında zor bir hasta.Çünkü omzundaki ağrının tamamen geçip, omzunu eskisi gibi kullanacağını düşünüyor, kendisine cerrahi yöntem önerdik ama ısrarla ağrı polikliniğindeki tedavi programına devam etmek istiyor.
Elime aldığım bu dosyanın hikayesini sizinle paylaşmam gerekiyor, ayrıntısıyla. Ayşe Ana, inanılmaz bir kadın. Henüz diğer hastalara göre daha genç, elli beş olduğunu söylediklerinde
İnanamamıştım, çok daha yaşlı görünüyordu. İlk geldiği günü dün gibi hatırlıyorum. Yaklaşık bir yıl önce soğuk bir Aralık günü, kapıdan çekiştirerek zorla getirmişlerdi bize. Yanındaki kadın ahbabı yada akrabası değildi, nerden tanıştıklarını ilk ziyaretlerinde öğrenmiştim. Kliniğimizde tedavi görüp memnun kalmış hastalarımızdan emekli öğretmen Zeynep Hanım, semt pazarında tanıştığı Ayşe Ana ile kısa zamanda ahbap olmuş, onu yürümekten alıkoyan bacak ağrıları ve kollarındaki ağrılardan sürekli şikayet etmesi üzerine bir gün çekiştirerek bize getirmişti.
Ayşe Ana az konuşan, anamnez vermeyen, zor hastamız olmaya aday olduğunu daha ilk gelişinde anlatmıştı bize.
Zeynep Hanım sazı eline almış anlatıyordu:
-Doktorcuğum, bu kadın dünya iyisidir, çok konuşmaz, akşam pazarına gelir, alış verişini yapar, gider. Benim pencerenin önünde soluklanır,bazen içeri gelip bir bardak çayımı içer,oturduğu yerden kalkarken, dizlerine tutunuyor, tek kolu ile ufacık bir fileyi kaldıramıyor, vuruyor sırtına, soruyorum, anlatmıyor. Bende kandırdım, zorla getirdim size. Artık bir bakın, ben iyi oldum sayenizde bu Ayşe Kadın’da sizden bir çare bulsun dediğinde, Ayşe Ana ilk kez gözlerime bakmıştı:
-Bakma oğul sen bu öğretmen hanıma, yok benim bir şeyim. Masmavi gözlerinden akmaya hazır iki damla yaş var gibi bakıyordu ve ben o bakışa alışacağımı hiç düşünmemiştim o gün.
-Olsun efendim, gelmişken bir muayenenizi yapalım, elimizden gelen bir şey varsa da size önerelim, bu kadar yol gelmişsiniz madem ki, dediğimde Ayşe Ana anlamlı bakışlarını yine üzerime çevirmişti:
-Boşuna zaman harcama be evladım, benim ağrımı kimse kesemez, gülümsemiştim.
Anlamlı anlamlı başını iki yana sallamış:
-Hem benim param da yok, size yük olurum dediğinde,
-Olur mu hiç öyle şey, kimisinin parası, kimisinin duası lazım. Ayşe Ana:
-Ah be evladım, anlatamıyorum ben, bu ağrı geçmez, derken derinden içini çekmişti. Sonra yerimden kalkıp yanına gittim, sırtını sıvazlarken,
-Bak Anacığım, Zeynep Hanım, bu kadar ısrarla seni buraya getirmiş, bizde elimizden geleni yapmaya hazırız. Tetkiklerini yapalım, sonra konuşuruz,
-geçmez benim ağrım evladım, sen ne yaparsan yap. Gözünden akan yaşları silmesi için masadan uzandığım kağıt mendili almadan, başındaki tülbent ile silmişti gözyaşlarını. Zeynep Öğretmen ısrarla :
-Sen başla doktorcuğum, ne gerekirse yapılsın. Ayşe Ana zorda olsa şikayetini söylemişti:
-iki bacağı dizlerinin altından, iki kolu omuzlarından itibaren şiddetli ağrıyordu, son iki yıldır. İki yıl önce ağır bir kaza mı geçirdin soruma, yine ağlayarak cevap vermişti:
-Yok evladım, kaza falan geçirmedim, öyle başladı aniden. Yapılan tetkiklerin sonunda ağrıya sebep olabilecek hiçbir sorun ile karşılaşmamıştık. Ayşe Ana’ya elimizde bulunan ilaçlardan bir tedavi hazırlayıp, her hafta gelmesini söylediğimizde, yine ısrarla:
-evladım, boşuna heba etme sen bu ilaçları, başkasına veririsin demişti, araya giren yine Zeynep Öğretmen olmuştu:
-Tamam doktorcuğum, ben getireceğim onu.
İkinci gelişinde yaptığım muayene de bacak ve kollarında aşırı bir hassasiyet gözden kaçmıyordu, fizyolojik olarak bir sorun görünmese de , fizik muayene esnasında yüz ifadesi ağrının şiddetini açıkça belli ediyordu. Ayşe Ana bir daha gelemeyeceğini söylese de Zeynep Öğretmen ısrarla getireceğini söylüyordu.
O akşam kol ve bacaklarında uygulanan testler biraz uzun sürmüştü, Ayşe Ana saat ilerledikçe telaşlanmıştı:
-Doktor bey artık gitmem lazım, Kadir beni çok merak etmiştir, hem de yemek vakti geçti derken, birden söylediklerine pişman olmuşçasına suçlu gözlerle bana bakıyordu:
-Ben seni evine bırakırım hemen, diyebilmiştim, merakımı da yenemeden sormuştum,
-Kadir kim olur Ayşe Ana? Sessizce cevap vermişti:
-Oğlum.
Eski binaların bulunduğu sokağa girdiğimizde, Ayşe Ana’nın eliyle gösterdiği ev, tek katlı bir gecekondu idi. Önünde duran arabamdan telaşla inmiş, kapıdan hızla girmişti, sanki bir şey oradan gitmeme engel oluyordu, içerden yükselen sesler bir aile faciasını andırıyordu, arabadan inip hızla kapıya koşmuştum. Kapı uzun çalmalarım sonucu sessizce açılmış, aralığından gözleri yaşlı kadın bakıyordu,
-Aman doktor bey , oğlum sizi görürse kıyameti koparır demişti, içerde zaten küçük bir kıyamet koparken,
-Bir müsaade et ben konuşayım dediğimde, çaresiz kadın kenara çekilmişti, içeri girdiğimde,uzun süredir havalandırılmadığı belli olan odanın loş ışığı altında, kanepede yatan yirmi beş yaşlarındaki genç, şaşkınlıkla bana bakıyordu, üzerine çekilmiş kalın yorgandan sadece yüzünü görebildiğim ve adının Kadir olduğunu bildiğim genç adam.
-Anne kim bu adam diyebilmişti. Yanına yaklaşıp elimi uzattığım o anı unutamıyorum.
-Ben Engin, doktorum, annenizin doktoru dediğimde, Kadir şaşkınlıkla annesine bakarken bir yandan da uzattığım elime bakıyordu:
-Kusura bakmayın ayağa kalkamadım, ne yazık ki elinizi de sıkmayacağım, çünkü onları Şemdinli’de unuttum dediğinde, anlayamamıştım. Masanın yanında duran sandalyeyi kanepeye yanaştırıp oturmuştum. Gözlerimden akan yaşlar, genç adamı biraz sakinleştirmişti.
-Kusura bakmayın doktor bey, iki yıl önce askerde mayına bastım ve bu haldeyim,.
İki kolu ve iki bacağını kaybetmiş bir Gazi ile karşılaşacağımı hiç hesaplamamıştım, sonra dinlediğim hikaye ise içimi burkmuştu. Yirmi iki yaşında kol ve bacaklarından olmuş, psikolojisi bozulmuş bu genç adam, hiç kimsenin kendisine acımasını istemediğinden evine misafir kabul etmiyormuş, Ayşe Ana oğlunu ilk getirdikleri günden itibaren bu ağrıyı yaşamaya başlamış. Kapıdan çıkarken Ayşe Ana:
-Bu ağrı geçer mi doktor bey? Dediğinde, verecek cevabım hazır değildi.
Dr.Şahin ÜNAL
Algoloji Derneği, FTR Derneği ve Nöroloji Derneği Baş ağrısı Çalışma Grubu tarafın desteklenen ve sponsorluğunu Nobel İlaç’ın üstlendiği yarışma, sağlık çalışanlarının “ağrı” ya olan yaklaşımlarını edebi bir anlatıma dönüşmesini sağladı.Yarışmada JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ alan öykü...