SİZ BENİM NEDEN BOYADIĞIMI NEREDEN BİLECEKSİNİZ..
1980’li yıllarda ilkokul dördüncü sınıfta seçmeli ders uygulaması yeni başlamıştı. Seçilecek ders sayısı ikiydi, ya resim ya müzik seçilebiliyordu. Büyük bir kaostu çocuk için. Hangisini seçeceğine karar veremiyordu. Resim yapmak eğlenceli geliyor ama müzik içinde heyecan yaratıyordu. Okullarında bulunan ve evli olan bir çift öğretmenleri vardı. Birisi resim öğretmeni, diğeri müzik öğretmeniydi. Müzik öğretmeni olan yakışıklı adam okulda başarılı olan bir grup öğrenciye evinde ücretsiz ders vereceğini bildirdiğinde içindeki heyecan iyice artmıştı.
Altı arkadaşı ile birlikte bu kursa katılmayı istediğini annesine söylediğinde, kursun ücretsiz olması talebinin olumlu karşılanmasına sebep olmuştu. İlk derse giderken en temiz kıyafetlerini giymişti. Bu kursa katılanlar arasında ilk aşkı da vardı. Heyecanı katlanarak büyümüştü.
Binanın beşinci katına hızla tırmanmışlar, kapıyı merakla çalmışlardı. Açılan kapının ardında kendilerini güleryüzle karşılayan sevimli adam, onları büyük salona almış, masanın etrafında toplayarak, ilk derse başlamıştı. Nota yazma, okuma ve ölçüler ile ilk giriş ardından öğretmenleri kişisel bilgilerini sormaya başlayıp, ders bir sohbet havasına bürünmüştü. Dersin hiç bitmesini istemezken öğretmeninin son uyarısını dikkatle dinliyordu:
‘Çocuklar, bu hafta başka dersimiz yok, gelecek hafta daha sıkı bir tempoda çalışacağız. Haftaya gelirken herkes mandolini ile gelsin..’
Çocuk oturduğu sandalyede küçülüp kalmıştı. Mandolin denen müzik aletinin fiyatını tahmin etmeye çalışıyordu. Herkes yerinden kalkmış o hala otururken,
‘Bir şey mi oldu oğlum?’ diyen yumuşak sese dönüp, başını iki yana sallayarak sorun olmadığını anlatmak istemişti. Binanın kapısından çıktıklarında birbirleri ile şakalaşan arkadaşlarına katılmak istemiyordu. Aklında gelecek hafta derse gelirken getirmesi gereken mandolini nasıl alacağı düşüncesi hakimdi. Birlikte yürüdükleri ve aynı mahallede oturdukları ilk aşkı da durgunluğunu fark etmiş, ne olduğunu sormuştu tüm yol boyu. Anlatması zordu. Sessizliği ile birlikte oturdukları binanın merdivenlerini çıkarken eski ayakkabısının altındaki belki dördüncü pençenin çıkardığı sese takılmıştı kulağı. Eski ayakkabısının açılan ön tarafına alttan yapılan metal desteğe pençe deniyordu ve o dönmelerde yeni ayakkabı almak yerine bu tür tamiratlar sık yapılırdı.
O akşam evdeki sessizliği dikkat çekmemişti, çünkü evdeki teneke sobanın yanarken çıkardığı patırtılı ses o akşam suskundu, odun bitmişti. O ayın kirası henüz ödenmemişti.
Bir hafta içinde bir mandolin alacak parayı kazanmasının mümkün olmadığını düşünerek girmişti yorganın altına. Gözlerinden yaş gelmiyordu ama o ağlıyordu.
Sabah erkenden uyanıp okula gitme hazırlığı yapılırken içinde bulunulan mali krizin ciddiyetini anlıyordu. Babası ne zaman bu kadar sessiz olsa bilirdi ki parası yoktu. Annesi yine söyleniyordu. O sessizliğinde aradığı çözümü bulmuştu. Ablasından kalan boyaları kullanarak resim yapmak eğlenceli olmalıydı. O gün müzikten vazgeçti. Bir süre müzikten kaçtı. Dinlediği şarkıların sözlerini dinlemedi. Ve asla şarkı sözü ezberlemedi. Bir hafta geçmişti. Kurs günü geldiğinde omzuna dokunan küçük kızın sesi ile irkildi,
‘Kursa gelmeyecek misin?’
Bu soruya verecek cevabı büyük olmalıydı, çünkü mavi gözleri ile kendisine bakan ilk aşkı karşısında küçülmemeliydi.
‘Ben resim seçmeye karar verdim, daha yetenekli olduğumu düşünüyorum’
Küçük kızın hüzünlü bakışına yakalanmak istemeden oradan uzaklaşmıştı. Eve geldiğinde ablası sormuştu,
‘Neden kursa gitmiyorsun?’
Seçmeli dersini değiştirdiğini kısa cümlelerle anlatmıştı. Uzun cümleler kurarsa içindeki acının anlaşılmasından korkmuştu.
Bir süre sonra resim konusundaki tercihinin doğruluğuna kendisi de inanmıştı. Yaptığı resimler okul koridorlarına asılıyor, herkes tarafından beğeniliyordu.
Yıllar geçti. Lise yıllarında resim derslerine en az fizik dersi kadar önem verdiği yıl, resim hocasının kendisine;
‘Sen yağlı boya çalışmalısın’ dediği gün hiç bilmediği kelimeleri öğrenmişti, tuval, şovale, palet …
Lise yıllarında aldığı eğitim sonrası başlayan üniversite döneminde resimden uzak kalmış, sinema ile ilgilenmeye başlamıştı. Üniversitenin sinema faliyetlerini yürüten bir grupta yer aldığı o dönemde yaptığı yağlı boya tablolar ile amatör bir sergi açmıştı. Sonra ne olduysa yıllarca eline fırça almamıştı. Odasında duran şovalenin üzerinde yarım kalmış kelebekler tablosu yılların tozunu biriktirmişti üzerinde.
Sonra mı? 30 Mart 2006 yılında kendisini ziyarete gelen kaderinin, gamzesinde gördüğü bir damla gözyaşı ile fırçası yeniden boyamaya başladı..O gece kelebekler kanat açtı, renklerine bezendi..Her tablo aşk oldu..Fırça boyamaktan vazgeçmedi.. Müziğe inat.. Ben söylemesem, siz benim neden boyadığımı nereden bileceksiniz?..
Şahin Ünal
11.02.2013