ZAMAN
İstanbul’un o güzel sabahlarından birinde kalender önlerinde geçen gemilere bakarken yıllar öncesi geçmişti gözlerinin önünden. Geçen gemilerin ardından bakakaldığı, mırıldandığı şarkı gibi geçen ömründe, ne hüzünler yaşamış ne zorluklara göğüs germişti. Yıllar hızla akıp geçen iki devrelik maç gibi ömrünü doldurup gitmişti. Yaş yetmiş iş bitmiş diyenleri kıskandıran görüntüsü, hayata sımsıkı bağlanışının tek sebebi yanında oturmuş başını omzuna yaslamış hayat arkadaşından başkası değildi. Sabahın erken vakitlerinde geldikleri bu muhteşem manzara karşısında oturup sessizliklerinde gönül seslerini dinledikleri bu en değerli vakitlerinde hayattan birlikte aldıkları keyiflere her gün yenisini katmayı yıllardır becerebilmişlerdi. Çok değil otuz beş yıl önce bu sahilde balık tuttukları günleri konuşur, yaşadıkları anları tekrar yaşarlardı, o sabah içindeki huzuru ve yaşadıkları ömrü gün gün düşündüğünü fark etmişti, ömrünün ilk yarımındaki koşturmaca, zor anlar, keyifsizlikler ve zaman doldurmaya çalışır gibi yaşadığı anları düşündüğünde içindeki huzursuzluğu hissetmesinin en büyük sebebi, sonraki otuz beş yılında yaşadığı mutlu hayatın hala tadından vazgeçememiş olmasıydı. Yetmiş yaşını geçeli üç yıl olmuştu, ama o hala aynı huzuru bulduğu, aynı heyecanları ortaklaşa yaşadığı gönül arkadaşının elini tutmaktan keyif alıyordu, sonra şükrederken, diğer yandan ne olur tanrım biraz daha zaman diye dua ediyordu.. Acımasız zaman hiç durmadan aynı ritimle bitiş düdüğüne yaklaştıklarını hatırlatır gibi inatla tiktaklıyordu.
Hafifçe, omzunu kıpırdatmadan, yüzünü, omzunda uyuyakalmış en değerlisine çevirmişti. Hala en güzeli, hala en kıymetlisiydi, hayat arkadaşı. Onunla tanışmalarını , çalkantılı dönemlerini, evlenmelerini, ilk bebeklerini, sonra birlikte çıktıkları dünyanın eşsiz köşelerindeki gezintilerini, ikinci bebeklerinin sürpriz doğumunu ve sağlıklı büyüttükleri çocuklarının mürvetlerini görmenin huzurunu yaşamıştı o an en derininde, baba olmanın ne kadar özel olduğunu düşünmüştü, ama hayatında en önemli olan şu an omzunda sıcaklığını hissettiği ve ömrünü paylaştığı kadının huzurlu nefes alışverişleriydi. Evlilik ve eş seçiminin insan hayatında ne kadar önemli olduğunu iyi bildiğini düşünürken, doğru sevmeyi kendisine öğreten yol arkadaşının yüzünü sevmek istemişti, her sabah olduğu gibi, ama onu uyandırmaktan çekinmişti, sonra küçüçük buseyi burnunun ucuna kondurmuştu. Omzunda uyuduğu zamanları düşündüğünde, her yolculuklarında bu sahneyi yaşamış olsalar da bundan hiç sıkılmadığını biliyordu, bir ömrüm olsa yine seninle yaşardım demek istemişti kulağına.. her gün seni her şeyden çok seviyorum demekten vazgeçmemişti.. oysa o kadar mutsuz tablolar içinde evliliklerini sürdüren arkadaşları vardı ki etraflarında, hatta bazı dönemlerde bu arkadaşları kıskanır olmuşlardı mutluluklarını
. Hayatın başka anlamı olmadığını her ikisi de biliyordu, mutluluk kısa ömürlerde yakalanması en zor duygu iken, bulunduğunda kaybetmesi o kadar kolaydı, kıymet bilmeden bu mutluluğu kaybedenlerden olmamışlardı. Şanslı olduklarını her gün söylemekten vazgeçmemişlerdi, bir de bunu anlatmaktan yorulmamışlardı. Oysa başlangıçta hadi canım sende diyen bir sürü insan vardı çevrelerinde.
Başını hafifçe eğmiş omzundaki en değerlisinin başına yaslanmış ve gözlerini kapatmıştı. Üzerine gelen aydınlık ışık huzmesine karşı gözünü açamamıştı, güneşin sıcaklığının yanında bu kadar aydınlık bir ışığın gözüne gelmesine önce anlam verememişti, soluğu yavaşlamış, derinden gelen sesi duymaya çalışıyordu, ‘zaman doldu…’ bu cümlenin anlamı, biten dünya hayatından ayrılma vaktinin geldiği anlamını çıkardığında, yanında oturan en değerlisine zarar gelmesini önlemek istercesine onun önüne geçmek istemişti. Ses yakınlaşmış:
-Merak etme onun için gelmedik, sıra senin onun biraz daha zamanı var ama merak etme seni fazla bekletmeyecek demesiyle, içinde garip kargaşa yaşamıştı, çünkü hayat arkadaşına ölümün soğuk adını hiçbir zaman yakıştıramamıştı,aklından bunlar geçerken,
-Ölüm değil aslında bunun adı, ruhun yenilenmesi ve eskiyen bedenden kurtuluş.. demişti derin ses, ama yinede bilmediği bir kavramı hayal etmek yerine olduğu hayatı tercih edeceğini düşünmüştü, ses tekrar konuşmaya başlamıştı,
-Benim soluğum soğuk, ama onu ancak duygular ısıtabiliyor ve sen yıllardır hep aynı duayı ediyorsun, şükrederken her zaman ondan önce bu dünyadan ayrılmak istediğini söylersin, çünkü onsuz kalmaktansa onun yalnız kalmasını istediğini söylersin, bu duan onun için de çok doğru değil aslında, sen şimdi beni Alaaddin’in cini sanıp üç dilek söylemeyi düşünsen, üçünü de sevdiğin bu kadın için istersin değil mi ? sorusu şaşırtmıştı, yaşlanmamış yüreği hızlı çarpmaya başlamıştı,
-Yooo, aslında kendim için bir şey isterdim, diyebilmişti. Derin ses hem merakla hem de tebessümle sormuştu:
-ne istersin?
-Biraz daha zaman.. diyebilmişti.. istediği zamanın hiç bitmeyecek bir zaman olduğunu bile bile, söylemişti.
-Bak işte, kendin için istediğin dilek bile aslında onun için, onunla biraz daha zaman geçirmek için, onun yalnız kalmaması için, ama artık vedalaşma zamanı yaklaşıyor, son soluğunu onun soluğuna karıştırmak istediğini biliyorum ama inan zaman bu kadar. O ana kadar neler hissettiği düşünmemişti ama korkmadığını biliyordu, avucunun içindeki eli sımsıkı kavramış, başını onun başına sıkıca yaslamıştı, ışık iyice parlak bir noktaya ulaştığında, kulağındaki ses çok yakından geliyordu:
-Baba, baba, hadi ama.. haftada bir Pazar günü bahçede kahvaltı için geliyoruz, sen hala uyuyorsun..
gözlerini açtığında güzel kızının gülümseyen yüzünü görebiliyordu:
-Annen , annen nerde? Gülümseyen kızı isyan ediyordu:
- Of baba ya, ne buluyorsun bu kadında bu kadar?
Bunun cevabını yıllardır anlatmaktan bıkmamıştı ve tekrar anlatmaya başlamak üzereyken,
-Tamam baba, biliyorum, her seferinde laf olsun diye soruyorum ve her seferinde bıkmadan anlatıyorsun, derken eşinin genç hali gözlerinde canlanmıştı:
-Ne kadar da annene benzedin.. mutfağa inip arkasından sessizce yaklaştığı hayat arkadaşına sımsıkı sarılmıştı, hiç yadırgamadan duran annesine bakan kızı,
-Yok böyle bir şey ya, deyip gülerek bahçeye çıkmış, kardeşine olanları abartarak anlatıyordu.
-Yok oğlum ya, biz gelip bunları rahatsız etmeyelim, bunlar aşmış.
Kahvaltı sonrası bahçenin her bir köşesine dağılmış gazetelerini okuyorlardı, kızı , damadı, torunu, oğlu , gelini.. hepsi çok özeldi ama o dün gece gördüğü rüyadan sonra, tüm zamanını eşinin gözlerine bakarak geçirmek istediğini düşünüyordu, birlikte hamağa uzanmışlar kuş seslerini dinlerken yanlarına çıkmaya çalışan haylaz torunlarını bile görmüyorlardı, eğilip onu da kucaklarına almışlar ve uykuya dalmışlardı.. aydınlık ve derin ses onu bir kez daha ziyaret etmişti:
-Dileğin kabul oldu.. yüreğin sana biraz daha zaman kazandırdı..
Dr.Şahin Ünal